SSCB’nin yıkılışından sonra Ortadoğu’da etkisini kaybeden Rusya, aynen SSCB zamanında olduğu gibi bölgedeki rejimleri destekleyerek, Ortadoğu ülkelerine silah satarak, bazı ülkelerin daha SSCB zamanından kalan borçlarını silerek ve özellikle enerji alanında olmak üzere önemli ekonomi projeleri hayata geçirerek, XXI. yüzyılın başında tekrar bölgede etkisini arttırmayı başarmıştı. Son dönemde Ortadoğu’da patlak veren olayların, başlangıçta Moskova’nın bölgedeki varlığına zarar vermeyeceği, hatta bölgenin kısa bir süre istikrarsız kalmasının Rusya’nın işine yarayacağı düşünülüyordu. Zira Ortadoğu’nun daha fazla istikrarsızlaşması ve buna paralel olarak enerji kaynaklarının fiyatlarının artması, Rusya’nın kısa vadede işine yarayan gelişmelerdi. Ayrıca bu husus bir kez daha enerji alanında Rusya’ya alternatif olarak gösterilen Ortadoğu ülkelerinin “güvenilirliğinin” sorgulanmasına neden olmuştur.
Diğer taraftan Rusya’nın Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere hazırlıksız yakalandığı da bir gerçektir. Bunun göstergelerinden biri de Rusya’nın Tunus, Libya ve Mısır’daki olaylar karşısında adeta sessiz kalması ve “bekle ve gör” siyaseti izlemesidir. Moskova’nın bu siyaseti izlemesinin iki önemli nedeni mevcuttur. İlki, yukarıda da belirttiğimiz gibi bu gelişmelerin çok hızlı bir şekilde yayılmasına hazırlıksız yakalanması ve buna bağlı olarak üst düzey Rus yetkililerinin Rusya’nın izlemesi gerektiği siyaset ile ilgili ortak bir görüşe sahip olmamaları. Libya ile ilgili Cumhurbaşkanı Dmitriy Medvedev ile Başbakan Vladimir Putin arasında yaşanan fikir ayrılığı, bunun önemli göstergelerinden biri olmuştur. İkinci neden ise Kremlin’in Ortadoğu’daki olayların ne yönde gelişeceğini öngöremediğinden dolayı gerek iktidar, gerekse de iktidarı zorlayan muhalefet ile arasını bozmak istememesidir. Hatta bundan dolayı Rus yetkililer, birkaç kez birçok ülkede arabulucu rolünü üstlenmiş ve tarafları Moskova’da bir araya getirmeye gayret etmişlerdir. Bu süreçte Rus yetkililerinin önem verdiği husus, sorunların barışçıl yollarla çözülmesi ve dış müdahalenin mümkün olduğu kadarıyla engellenmesidir. Böylece Rusya bir taraftan ABD’nin bölgeye girerek yerleşmesini, diğer taraftan da arabuluculuk yaparak kendi etkisini arttırmaya çalışmaktadır. Ancak izlenen bu siyasetin bugüne kadar önemli bir sonuç vermediğini söyleyebiliriz. Bunun da yine iki önemli nedeni vardır. Bu nedenlerden ilki, söz konusu ülkelerde iktidar-muhalefet taraftarlarının birbirlerini acımasız bir şekilde öldürmeleri ve artık görüşmeye pek yanaşmamaları ise, ikinci neden de mevcut iktidarların koltuklarını koruma adına sivil halkın üzerine ateş açmalarıdır. Bu durumda Rusya’nın bütün dünyayı karşısına alarak onları desteklemeleri, mümkün görülmemektedir. Kaldı ki, Moskova bu ülkeleri başta BM Güvenlik Konseyi olmak üzere çeşitli platformlarda desteklese de Ortadoğu bölgesi, Orta Asya, Kafkasya, hatta Balkanlar kadar Rusya ile Batı’yı ciddi anlamda karşı karşıya getirecek Rusya’nın dış politikasındaki öncelikli bölgesi değildir. Bundan dolayıdır ki Rus yetkililer, arabulucu çabaları ile sorunların barışçıl yollarla çözülmesi gerektiğine dair açıklamalarına rağmen nadiren de olsa BM Güvenlik Konseyi’nde Batı ülkelerinin sundukları tasarıları kabul etmek zorunda kalıyorlar. Bunun son örneklerinden biri Suriye ile ilgili yaşanmıştır.
Rusya ve Çin’in vetosu sayesinde Nisan 2011’de Batı ülkelerinin teklif ettikleri Beşşar Esad rejimine karşı yaptırımları öngören karar tasarısı kabul edilmemişti. Rusya ile Çin yetkilileri, bu tutumlarını Libya’yı örnek göstererek açıklamış ve söz konusu yaptırımların ülkeyi iç savaşa götürmekten başka bir işe yaramayacağını ileri sürmüşlerdir. Ancak Ramazan ayının hemen başında Hama’da yüzlerce kişinin ölümüne yol açan olaylar sonrasında, Rus yetkililer bir taraftan Suriye’den sivil halka karşı güç kullanmamasını istemiş, diğer taraftan da BM Güvenlik Konseyi’nin uluslar arası basın için hazırladığı açıklamayı onaylamıştır (daha önceleri Moskova bu tür bir kınamaya dahi karşı çıkıyordu). Ancak Moskova’nın daha ileri giderek yaptırım öngören tasarıyı da onaylayacağını beklemek yanlış olur. Kaldı ki, Moskova’nın dışında Çin, Güvenlik Konseyi’nin geçici üyesi Lübnan (bu ülkede Suriye yanlısı güçler çok etkilidir) ve Brezilya, Güney Afrika ve Hindistan gibi ülkeler de Suriye’ye yaptırımların uygulanmasına karşı çıkmaktadırlar. Ancak Rusya tarafından basın açıklanmasının desteklenmesi dahi, özellikle Batı açısından büyük önem arz etmektedir. Rusya, ilk kez Beşşar Esad’ı desteksiz bırakmıştır. Buna benzer senaryo, Rusya’nın Libya siyasetinde de yaşanmıştı.
Rusya’nın Suriye’yi kınayan basın açıklamasını desteklemesini özellikle Batı ülkeleri ile Suriye “doğru” yorumlamalıdırlar. Rusya’nın bu desteği, Batı’ya askerî müdahaleye, BM çerçevesinde yaptırımlar uygulamaya ve bu ülkeye karşı daha sert bir siyaset izlemesine hak tanımamakta, Rusya’nın Batı’nın Suriye siyasetini doğru bulduğu anlamına da gelmemektedir. Diğer taraftan bu adımla Rusya, artık Esad rejiminin sivil halka yönelik hareketlerini görmemezlikten gelemeyeceğini ve sivil halk ölmeye devam ettiği takdirde Rusya’nın Suriye’ye daha fazla destek veremeyeceğini göstermiş oldu.
Bundan sonraki süreçte Rusya ve Çin’in tutumuna rağmen ABD ile AB’nin Suriye’ye tek taraflı yaptırım uygulamaya devam edeceği muhakkaktır. Rus yetkililerinin haklı olarak belirttiği gibi, bu cezalandırma üslûbu, süreci olumsuz etkilemekten başka bir işe yaramamakta, BM Güvenlik Konseyi’ndeki görüşmeleri de anlamsız kılmaktadır. Rusya’nın bundan sonraki süreçte işinin zor olduğu muhakkaktır. Rusya’nın bölgede önemli çıkarları olmasına rağmen Kremlin’in Ortadoğu siyasetini sağlam temellere oturtamaması ve üst düzey Rus yetkilileri arasında bölgedeki gelişmelerle ilgili görüşlerinin birbirinden çok farklı olması, Moskova’nın bundan sonra da “bekle ve gör” siyasetini izlemeye devam edeceğine işaret etmektedir. Bugüne kadar Rusya’nın Ortadoğu’ya yönelik siyasetinin önemli kısmını bölgede barışı sağlamak için yaptığı arabuluculuk faaliyetleri gelmiştir. Bu bağlamda Moskova’nın bölgedeki gelişmelerle ilgili aynı düşünce ve tutuma sahip olan ülkelerle çabalarını birleştirmesi belki de daha faydalı olacaktır. Bu ülkelerin başında hiç şüphesiz Türkiye gelmektedir. Ankara’nın “Yeni-Osmanlıcılık” siyasetinde Ortadoğu önemli yer tutmakta ve Türkiye buradaki gelişmeleri yakından takip etmektedir. Ankara da aynen Moskova gibi, bölgenin istikrarsızlaşması ile buraya yabancı güçlerin yerleşmesine karşı çıkmakta ve sorunların barışçıl yollarla çözülmesini desteklemektedir. Türkiye ile Rusya’yı bu bağlamda yakınlaştıran bir başka husus da, iki ülkenin de bölgedeki neredeyse bütün ülkeler ve ülkelerdeki taraflarla iletişim içerisinde olmalarıdır ki, işte bu husus, her iki ülkeye de arabulucu olma şansı tanımaktadır. Rusya ile Türkiye’nin bu yöndeki çabalarını birleştirmeleri, onların daha verimli sonuç almalarını sağlayacağı gibi, onları Ortadoğu’nun yeniden yapılan(dırıl)ma sürecinin dışında da bırakmayacaktır.