Andımız, Atatürk`ün gençliğe hitabesi tartışmaları gündeme geldiğinde herkes bir şeyler söyledi. Ama Atatürk’ün bu konularda ne söylediğine bakmak gerektiği düşünülmedi. Bunu düşünen Neşe Düzel bu soruları Taha Akyol’a sormuş. Cevaplarda gerçekten gündemin birinci sırasına çıkması gereken tarihi gerçekler açıklanmış.
Yıllardır bize Atatürkçülükte cumhuriyet anlayışı, demokrasi konusunda Atatürk’ün erdemli davranışları anlatılır. Ancak Taha Akyol’un resmi belgeleri inceleyerek ortaya çıkardığı Atatürk pek öyle değil. Taraf gazetesinde 7- Şubat 2012 ‘de yayınlanan söyleşinin içeriğine bir bakalım.
“Atatürkçülük nedir?
Burada Atatürk'ün Atatürkçülüğünü ideolojik anlamda söylemiyorum. Bütün yetkilerin kendi elinde toplanmasıdır bu. Atatürk'ün bütün siyasi hayatı kendi yetkilerini olabildiğince maksimize etmek içindir.
… “Liberal eğilimli Halil Menteşe, Meclis'te, "Siz, Anayasa'ya devletçiliği yazıyorsunuz. Biri çıkar da liberalizmi savunursa ne olacak?" diyor. Mebus Rasih Kaplan cevap veriyor: "Öbür dünyaya gider!" Atatürk, siyasi liberalizme kesinlikle karşı!
…Atatürk'ün muhalifleri de dâhil olmak üzere, Birinci Meclis'te (1920-23) herkes kuvvetler birliğini savunuyor. Atatürk, 1921 yılının ocak ayında 1921 Anayasası müzakere edilirken, kuvvetler birliğiyle ilgili müthiş bir konuşma yapıyor Meclis'te. "Kuvvetler ayrılığını savunanlar delidir, çılgındır" diyor. Herkes alkışlıyor bunu. Anlayacağınız, Meclis'teki fikir ayrılığı ve çatışma, kuvvetlerin hangi elde toplanacağı meselesinde çıkıyor!
…Milli hâkimiyet kavramı liberal bir kavram değildir! Bu, Rousseau'cu bir kavramdır. İki boyutu vardır. "Millet karar versin. Ortaya sandık koyalım" dediğinizde, bu milli hâkimiyet anlayışından liberal bir demokrasi çıkar! Öteki milli hâkimiyet anlayışı ise "milleti, millet için en doğru olanı bilenler temsil eder" görüşüdür. O zaman da milli irade demek, milletin iyiliğinin ne olduğunu bilenlerin iradesi demektir. Robespierre'in, Atatürk'ün, Kemalizm'in ve günümüzde Sina Akşin'in milli hâkimiyet tanımı budur.”
Taha Akyol Falih Rıfkı Atay’ın Hitler’i ziyaret ettiğini ve Hitler’in Atatürk için “Ben M. Kemal’in öğrencisiyim” dediğini aktarıyor. Akyol Hitler’in egosu yüzünden bu lafı söyleyemeyeceğini düşünüyor ama O dönem Kemalistlerinde Aşırı derecede var olan Hitler hayranlığını da hatırlatmadan geçemiyor. Cumhuriyetin ilanındaki tartışmanın da Padişah’çılar ile Cumhuriyet’çiler arasında olmadığını liberal bir yönetim isteyenler ile tüm yetkilerin Mustafa Kemal’in elinde bulundurulmasını isteyenler arasında olduğunu ve yetkilerin tek elde Mustafa Kemal’in cumhurbaşkanlığında toplandığı Cumhuriyet ilanının da bir oldu bittiye getirildiğini söylüyor. 1921’de Atatürk’ün yaptığı konuşmasında “siyasi konularda yargı yürütmeye bağlıdır” İstiklal mahkemelerinin kuruluşunda ise “Hakimler inkılaba hizmet etmelidir” sözleri ile yargının şekillendiğini ve günümüze geldiğini söylüyor. Zaten İstiklal mahkemelerinde bir hukuk cinayeti olarak yapılan geçmişe yürütülen yargı kararlarının varlığı yargının halini bize iyi anlatıyor.
Akyol bugün niye demokratikleşemiyoruz? Sorusunun cevabını iyi ortaya koymuş. “Atatürk dönemi uygulamaları adalet kriteri çerçevesinde değerlendirmedikçe ülkede 27 Mayıs, 28 Şubat dönemlerinde yapılan hukuksuzluklar değişik adlar altında yapılabilir. Zira kuvvetler ayrılığı yoksa mutlak güç otoriterleşme ve ardından da demokrasi zafiyeti ve ekonomide içe kapalılık ve iktisadi gerileme getirir “ diyor. Zira Bugün yüceltilerek okutulan Nutuk’ta “Cumhuriyetin pençeleri asileri ezdi” vb. ifadeler var. Devam edelim okumaya
“Atatürk'ün herhangi bir ideolojisi, fikri, inancı var mı?
Var. Atatürk'ün ideolojisi, Jön Türklerin pozitivist, materyalist ideolojisidir. Bu yüzden Atatürk'ün laiklik tatbikatı çok sert oldu. Jön Türk neslinin sloganı şudur: "Halkın bilimi dindir, aydınların dini bilimdir!" Zaten, "hayatta en hakiki mürşit ilimdir" demek, bilime din gibi inanmaktır. Oysa bilim bir mürşit değildir.
Atatürk'ün ilk Meclis döneminde din vurgulu konuşmalar da yaptığını yazıyorsunuz siz. Atatürk dindar mı?
Atatürk'e dindar diyemeyiz. Ama bence mistik bir tarafı var. Mesela Milli Mücadele sırasında Atatürk tam pozitivist değil. Sakarya Savaşı'nı neredeyse kaybetmek üzereler. "Anne dua et" diye telgraf çekiyor annesine. Fakat kendine güveni arttıkça, hem laiklik uygulaması hem de pozitivist görüşleri keskinleşti Atatürk'ün. Mesela 1923 sonrası Cumhuriyet döneminde, Atatürk artık, "Biz ilhamımızı gökten indiği zannedilen kitaplardan almadık. Hayattan aldık" diyor. Özel, toplumsal ya da siyasi, hayatın hiçbir alanında dinî bir referans kabul etmiyor. Anlayacağınız, dindar bir Atatürk portresi çizmeye çalışan muhafazakârların kullandıkları olayların hepsi 1923 öncesinin M. Kemal'ine aittir.”
Dindar nesil tartışmalarında Atatürk’ün de görüşünün alınması gerekirse herhalde ne söyleyeceği anlaşılmıştır. Atatürk’ün “yüce dinimizi öven şu sözleri” vb. denen ifadelerin pragmatizm esas alınarak 1923 öncesine ait olduğunu söylüyor Akyol.
Bu tabulara dokunan yıllardır yanardı. Bir kişinin uygulamalarının eleştirisini kanunla engellemenin olduğu bir ülkede, bu özgür tartışma ortamlarını görmek sevindiricidir. Birisi de kalkıp Atatürk’ün insan haklarına, demokrasiye uygun sözlerini gündeme getirirse onu da değerlendiririz. Derdimiz kimseye hakaret etmek değil. Ama var olanı da kimsenin yanlış gösterme hakkı yok. Türkiye’nin sorunlarının çözülebilmesi için Atatürk’ün şahsına yönelik bir hakaret tartışmasından önce Atatürk uygulamaları ve Atatürkçülük adına yapılanları masaya yatırmamız gerekiyor.
www.omerfarukgergerlioglu.blogcu.com