Tüm dünyanın gözü Kasım ayında ABD Başkanı olarak seçilen Donald Trump’ın 20 Ocak 2017 tarihinde başkanlık koltuğunu resmen Barack Obama’dan devraldıktan sonra söylemleri ve icraatlarının başkanlık kampanya sürecindeki söylemlerinin devamı olup olmayacağı üzerindeydi. Nitekim Başkan Trump, ABD’nin artık yeni dönemde ekonomik ve toplumsal meseleler ile daha ilgili olacağını ifade ederek, ülkesinin içe dönük bir reformasyon sürecine ihtiyacını olduğunu belirtti. Obama döneminde üzerinde anlaşılan Trans-Pasifik Ortaklığından, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasının (NAFTA) iptali gibi düşünceleri küresel boyutta büyük tedirginlik uyandırmıştı. Bu bağlamda Trump ilk işlerinden biri olarak ABD’nin Trans-Pasifik ortaklığını iptal etti. Öyleyse küresel sistemi gelecekte neler bekliyor?
Başkan Trump ne yapmak istiyor?
ABD’nin genel olarak uluslararası ilişkiler doktrinine göre, diplomasinin yetersiz kaldığı ve askeri güç kullanılmasının maliyetli ve gerek olmadığı durumlarda elindeki en önemli dış politika vasıtası “Ekonomik Yaptırım Önlemleridir.” Birleşmiş Milletler (BM) raporlarına da baktığımızda dünya nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı 75 ülkede ABD tek taraflı ekonomik ambargosunu uyguluyor, yani bu ülkeleri kendisine bağımlı kılıyor. Başkan Trump’tan ABD’nin bu geleneksel politika anlayışından keskin geri dönüşler beklememek gerekir fakat yeni başkanın ticaret politikalarının ardında yatan en önemli sebep, ülkesinde yeni iş sahaları oluşturmak ve ticaret açığını kapatmak olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim üretimlerini Meksika’da gerçekleştirmek isteyen firmalara %35 gümrük vergisi uygulayacağını açıklaması bu düşüncesini ispat eder nitelikte.
Trump, NATO üyelerini “nankör müttefikler” olarak tanımlıyor.
Avrupa Birliği genelinde de Trump’ın öngörülemez iş adamı kimliği ile ABD’yi yönetecek olması büyük tedirginlik oluşturuyor. Atlantik’in iki yakasındaki geleneksel dengeler, Trump’ın NATO’nun mali yükünün sırf ABD tarafından karşılanmaması, bunun AB ülkeleri ile paylaşılması gerektiğini söylemesi üzerine daha da sarsıldı. Trump, NATO ittifak üyelerini ABD’nin cömertliğinden faydalanan “nankör” müttefikler olarak tanımlarken, NATO’nun maddelerine göre her üye GSMH’nın en az %2 sini savunma harcamalarına harcamak zorunda olduğunu da hatırlatıyor. Diğer yandan ABD-Rusya arasındaki ilişkiler Orta Doğu’da terörle mücadelede ortak paydadan hareket edileceği görüntüsü verirken, bu iki eski Soğuk Savaş gücü ilişkilerinin daima bıçak sırtında ilerleyeceğini de unutmamak gerekir.
İran’ı gözden çıkarmak ABD’nin Orta Doğu politikasına hizmet etmez.
ABD ile İran arasındaki ilişkilerin yeni dönemde tekrar eski gergin döneme girmesi bekleniyor. Fakat Orta Doğu’daki, özellikle Suriye’deki dengelerde Rusya, İran’ı bu coğrafyada işbirliğine yönelik önemli bir aktör olarak görüyor ve Suriye’deki ağırlığının da farkında. Dolayısıyla ABD-Rusya-İran üçgeninde bu bölgedeki dengelerin sağlığı açısından Trump, İran’ı gözden çıkarması son derece zor. Bu bağlamda, önümüzdeki dönemde daha çok terör ve buna mukabil daha çok mülteci sorunu ile karşı karşıya kalabiliriz. ABD’nin bu sorunlara Trump dönemi ile beraber daha az angaje olacağını düşünürsek, bölgesel devletler ile ilişkilerine daha önem vereceğini düşünebiliriz.
Dünya, yetersiz ve birçok bakımdan başarısız devletlerin “Yeni Orta Çağına” mı girdi?
Şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki, genel bir çöküşün küresel savaşa dönüşme tehlikesini 1914-1945 yılları arasında felaket çağını önleyecek büyük bir devlet sistemi yok. Belki de bir çeşit “3. Dünya Savaşını” yaşadığımız bugünlerde cephe savaşlarının yerini devletlerin terör grupları ve savaş lobileri üzerinden vekaleten yönettiği bir süreçteyiz. Bunu sonuçları uzan vadede diğer iki büyük dünya savaşından daha acı toplumsal ve sosyolojik sonuçları da olabilir. Çünkü öngörülemeyen sonu gelmeyecek, hangi barışın hangi savaşa son vereceğinin bilinmediği bir “yeni orta çağ” döneminin içindeyiz.
Sonuç olarak.
Önümüzdeki yıllarda askeri gücün rolü artacağını ifade edebiliriz. Çünkü Orta Doğu ve Yakın Doğu coğrafyalarında uzun zamandır devam eden istikrarsızlık devam etmekte. Uluslararası ilişkilerin değişken yapısı, bölgeler arasında ve bölgeler içinde güç dengesi mekanizmasının çok hızlı ve çok yönlü değişiyor. Yeni küresel tehditler ile baş edebilmek için, ABD, Rusya, kısacası dünya bu kaos sistemi içinde yaşamayı öğrenecek ve coğrafyalarda yeni güç dengelerinin oluşmasına yardımcı olacaklar. Bu koordinasyon içerisinde ancak terörizm, radikalizm ve istikrarsız devlet sistemlerinin biraz olsun önüne geçilebilir. Hülasa, barışa son verecek barışlar arayışı içinde olmak, küresel kaos ve istikrarsızlık sarmalına hizmet etmekten başka işe yaramayacak.